Paris… Zarif mimarisi, şık mekânları ve buram buram romantizm kokan, dünyanın nevi şahsına münhasır şehirlerinden biri. Paris is always a good idea mottosu, göz alıcı parkları, muhteşem tarihi ve mimarisi ve ışıl ışıl silüeti ile Paris gerçekten her zaman iyi bir fikir.
Fransa’ya başkentlik yapan şehir, Seine Nehri kıyısında kurulu. Şehirde bulunan, dünyada bir eşi daha olmayan Louvre Müzesi ve dünyanın en meşhur ikonlarından Eyfel Kulesi, Paris’i dünyanın en çok ziyaret edilen sanat merkezi haline getiriyor.
Paris’in birçok yönden muazzam bir şehir olduğu söylenebilir. Bu tutkulu şehir çiçeklerle donatılmış parkları, göz kamaştırıcı mimarisi ve heyecanlı atmosferiyle pek çok kişi tarafından dünyanın en güzel şehri olarak kabul ediliyor.
Eyfel Kulesi
Paris’i baştan sona keşfetmek istiyorsanız mevsimsel açıdan en ideal aylar nisan-haziran ve eylül-kasım ayları. Bu zaman diliminde şehrin tadına varmak ve doya doya gezmek için en az beş gününüzü ayırmanızı tavsiye ederiz.

Paris’in en önemli sembollerinden biri olan Eyfel Kulesi. Gustave Eiffel firması tarafından Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları için inşa edilmiş olan kuleyi yılda ortalama 6 milyon turist ziyaret ediyor. Kulenin yapımında 7800 ton demir ve 18 bin ton çelik kullanılmış. Görkemli demir kule, ilk başlarda Fransız halkı tarafından pek sevilmese de zamanla turistler tarafından yoğun ilgi görerek günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış. Toplam üç bölümden oluşan kulenin ilk bölümü müze, ikinci bölümü restoran ve üçüncü bölümü ise seyir terasından oluşuyor. Kule, tüm ihtişamı ile şehrin silüetine ayrı bir hava katıyor. Kulenin her akşam ışıklarının yandığı anlardaki büyüleyici atmosfere özellikle şahit olmanızı tavsiye ederiz.
Orsay Müzesi
Orsay Müzesi dünyanın en önemli koleksiyonlarına sahip bir müze. Seine Nehri kıyısındaki eski tren garı cam, çelik ve ışıkla yılda 3 milyon sanatseveri ağırlıyor. Oldukça ferah ve aydınlık olan müzenin tasarımı Parislilerin göz zevkine hitap edecek şekilde zarif ve sofistike tasarlanmış. Bir modern sanat tarihi kitabını elinize aldığınızı düşünün. Tüm sanat akımlarının öncüleri sizi kitabın sayfalarında karşılar. Kitapta gördüğünüz sanatçıların %70’ini bu müzede görme şansına sahipsiniz. Renoir, Monet, Manet, Degas, Cezanne, Van Gogh, Sisley, Pissarro gibi önemli sanatçıların eserleri burada yer alıyor. Müzenin koleksiyonu çoğunlukla Fransız sanatına ait. 1848 – 1915 yılları arasında yaratılmış yaklaşık 3.000 heykel, resim, mobilya ve fotoğraftan oluşuyor.

Bir dönemi keşfetmek gözüyle müzeyi gezerseniz çok daha fazla keyif alabilirsiniz. Zira müzedeki eserlerde dönemin ressamları birbirlerine atıfta bulunuyor, dönemin sanat otoritelerine birlikte kafa tutuyor, ya da dönemin Paris’inden kesitler sunuyorlar. Hangi sanatçıların birbirleriyle arkadaş olduğunu, nerelerde vakit geçirdiklerini ve kimlere âşık olduklarını bu tablolara sızan detaylarda görebilirsiniz.
Louvre Müzesi

Dünyanın en büyük sanat müzesi olan Louvre Müzesi, Louvre Sarayı’nın içinde konumlanıyor. Müze resim, heykel, doğu sanatları, Mısır sanatları, Yunan sanatları, sanat eserleri, desen gibi yedi bölümden meydana geliyor. Dünyaca ünlü Mona Lisa, Venus de Milo gibi eserleri yakından görerek muhteşem bir deneyim yaşayabilirsiniz. Sen Nehri kıyısında bulunan tarihi müze içerisinde 35 binin üzerinde tarihi sanat eseri sanat tutkunları ile buluşuyor. Yıllık 8 milyonu aşkın ziyaretçi ağırlayan müze binasında ayrıca tarih öncesi çağlardan günümüze kadar ulaşmış birbirinden eşsiz yapıtlarla sanata doyabilirsiniz. Behçede yer alan cam piramit anıt ise müzenin cazibe noktası. Müzenin tamamını dolaşmanın iki gün sürdüğünü belirtmek isteriz.
Champs Elysées (Şanzelize) Caddesi
Fransızca’da “la plus belle avenue du monde”, yani “dünyanın en güzel bulvarı” denen Champs Elysées tarihi değerleri olan yapıların bir arada olduğu ünlü caddedir. Lüks ve moda denince akla ilk gelen yer olan ve 2 km uzunluğundaki ünlü caddenin bir ucunda Zafer Takı diğer ucunda ise Concorde Meydanı bulunuyor.

Alışveriş tutkunları için vazgeçilmez yerlerden biri olan Champs Elysées’de popüler markaların en son koleksiyonlarını inceleyebilir, lüks restoran ve kafelerde soluklanabilirsiniz.
Sacré Coeur Bazilikası
Sacré CoeurMontmarte semtinin tepesinde bulunan bir Roma Katolik bazilikasıdır. 56 bin askerin öldüğü söylenen Fransa ve Prusya arasında yapılan savaşta ölen Fransızlar anısına yapımına karar verilmiştir. Yapım tarihi 1874 yılıdır. Bazilika inşaatının yüksek olan masraflarının büyük çoğunluğu Fransız halkı tarafından gönüllü olarak üstlenilmiştir. Bazilikanın yapımı 1914 yılında tamamlanmış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra açılmıştır. Turistlerin, özellikle dini turistlerin akın ettiği bazilika Fransa’da Notre Dame Katedrali’nden sonra en çok ziyaret edilen ikinci dini yapı olmuştur.

Şehri tepeden gören enfes manzarası ve göz alıcı mimarisi ile Paris’te görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. İçinde 500’den fazla heykel bulunan Roma Katolik bazilikasında; Kriptanın Tonozları, Bronz Kapılar, Çan Kulesi ve İsa Mozaiği en çok ilgi çeken bölümler arasında. Kubbesine çıkarak Paris’in enfes şehir manzarasını izleyebilir, şehrin tadını çıkarabilirsiniz.
Paris Opera Binası
Opera National de Palais Garnier, yani Paris Opera Binası 19. Yüzyıl barok tarzının en önemli eserleri arasında gösterilir. Charles Garnier tarafından tasarlanan yapı, dönemin İmparator’u olan III. Napolyon için tasarlanmıştır. Yapımına 1862 yılında başlanmış, 1875 yılında hizmete açılmıştır. Dış görünüşüne bakıldığında oldukça ihtişamlı görünen yapının içi de bir o kadar muazzam bir mimariye sahip.

Büyüleyici bir iç dekorasyona ve görkemli merdivenlere sahip Opera, Büyük Fuaye’yi tamamen kaplayan tavan resimleriyle oldukça etkileyici bir atmosfer sunuyor. Tavanın tasarımı ünlü Fransız-Rus ressam Marc Chagall tarafından yapılmış ve oldukça etkileyici bir eser olarak günümüze kadar gelmiştir. Binanın alt bölümünde ise, binanın yapımının uzamasına neden olan bir göl bulunur. Bahsi geçen göl, Gaston Leroux’un Opera’daki Hayalet gösterisinin de ilham kaynağı olduğu söylenmektedir. Oldukça büyük bir alan üzerine kurulmuş olmasının yanı sıra, her türlü ihtişam ve mükemmel malzemelerin kullanılmasıyla kusursuz bir görüntüye sahip Paris Opera Binası için söylenebilecek tek şey gezilesi ve görülesi olduğudur. Paris’in en güzide mekânlarından birisi olan binayı mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Paris’in en önemli mimari eserlerinden birisi olarak varlığını sürdüren Paris Opera Binası, daha moderni yapılmadan önce asıl amacına hizmet ediyordu. Modern tasarımıyla ünlü olan Opera de Paris Bastille aktif olmasının ardından günümüzde sadece bale gösterileri ve sergi amacıyla ön plana çıkmaktadır.
Notre Dame Katedrali
Fransız Gotik sanatının en ünlü eseri olan Cathédrale Notre Dame de Paris, Meryem Ana’ya ithafen yapılmış. 1163’te temeli atılan katedralin tamamlanması 170 yıl sürmüş. Avrupa’nın ilk gotik katedrallerinden olan Notre Dame hem sanatsal hem de mimari açıdan binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Notre Dame Katedrali VII. Louise’nin saltanatı sırasında 1163’te Fransız Gotik tarzında yeniden inşa edilmeye başlanmış. Fransız İhtilalinden sonra oldukça zarar görmüş neredeyse harabe haline gelmişti. Notre-Dam’ı tekrar eski görkemine kavuşturmak için Viktor Hugo en büyük eseri olan Notre-Damın kamburunu yazmış. Bu da katedralin tekrar ilgi odağı olmasına büyük katkı sağlamış.

Katedralin içini dolaşmak için 387 basamaklı merdiven ile kulenin tepesine çıkmak gerekiyor. Her Paris ziyaretçisinin yapması tavsiye edilen bu tırmanış kulenin tepesine çıkmak için biraz zorlasa da emin olun ki göreceğiniz panoramik manzaraya değecektir. Ziyaret için en uygun zaman sabahın erken saatleri. Güneşin yapının ön cephesini aydınlattığı bu saatlerde kalabalık ve kule sırası daha az olur.
Büyüleyen bir atmosfere sahip olan katedral 15 Nisan 2019’da çıkan yangında zarar görmüş özellikle çatısının büyük bölümü tahrip olmuştu. Dünyanın dört bir yanından toplanan bağışlarla kapsamlı bir restorasyon sürecine girdi.
Moulin Rouge
Moulin Rouge aslında bir özel girişim olmasına rağmen Fransız kültüründe sembolleşmiş bir yere sahiptir. Üzerindeki kırmızı yel değirmeni ile dünyaca ünlüdür. Kırmızı değirmen, ünlü kan-kan dansını görmek ve yetişkinlere yönelik orijinal eğlence programlarını izlemek isteyen pek çok turisti yıl boyunca ağırlar.

Binanın orijinal tasarımı ve sahne şovları ile Moulin Rouge yıllar boyunca dünyadaki benzerlerini etkilemiş ve pek çok tarzın öncülüğünü yapmıştır. Bu tarihsel sürece, girişte sıralanmış panolardaki resimlerden ve çeşitli dillerde yazılmış açıklamalarla şahit olabilirsiniz. Moulin Rouge günümüzde hala yaşayan bir müze olarak ziyaretçilerini ağırlamaktadır.
Shakespeare And Company
Kilometer Zero, yani tüm Fransız yollarının başladığı noktada kurulma özelliği bulunan Shakespeare and Company, adeta bir kilometre taşı. Paris’in kalbinde, Seine Nehri kıyısında, Notre-Dame’ın karşısında yer alan İngilizce bir kitapçıdır. Açıldığı 1951 yılından bu yana, Anglofon yazarlar ve okurlar için bir buluşma yeri olmuş ve Sol Yaka’nın bir edebiyat kurumu haline gelmiştir.

Kitapçı, Amerikalı George Whitman tarafından 37 rue de la Bûcherie, Kilometer Zero, yani tüm Fransız yollarının başladığı noktada kurulmuştur. XVII. yüzyılın başlarında inşa edilen bina aslen La Maison du Mustier adında bir manastırdı. George, hayatta kalan tek keşişmiş gibi davranmayı severdi ve şöyle derdi: “Orta Çağ’da her manastırın bir frère lampier’si vardı, görevi gece karanlığında lambaları yakmak olan bir keşiş. Ben şimdi burada frère lampier’im. Bu benim oynadığım mütevazı bir rol. “Mağaza ilk açıldığında adı Le Mistral’di. George Nisan 1964’te, William Shakespeare’in doğumunun dört yüzüncü yıldönümünde, hayranı olduğu bir kitapçı olan ve 1919’da orijinal Shakespeare and Company’yi kuran Sylvia Beach’in onuruna bugünkü adını verdi. Rue de l’Odéon, 12 numaradaki dükkânı, dönemin büyük göçmen yazarlarının (Joyce, Hemingway, Stein, Fitzgerald, Eliot, Pound) yanı sıra önde gelen Fransız yazarlar için de bir buluşma yeriydi.
George Whitman, kitapçı dükkânı aracılığıyla Beach’in dükkânının ruhunu devam ettirmeye çalıştı ve kısa sürede Paris’teki gurbetçi edebiyat yaşamının merkezi haline geldi. Allen Ginsberg, William Burroughs, Anaïs Nin, Richard Wright, William Styron, Julio Cortázar, Henry Miller, William Saroyan, Lawrence Durrell, James Jones ve James Baldwin dükkanın ilk ziyaretçileri arasındaydı
Dükkanın açıldığı ilk günden itibaren yazarlar, sanatçılar ve entelektüeller dükanın rafları ve kitap yığınları arasında, gündüzleri bank olarak kullanılan küçük yataklarda uyumaya davet edildi. O zamandan bu yana, Alan Sillitoe, Robert Stone, Kate Grenville, Sebastian Barry, Ethan Hawke, Jeet Thayil, Darren Aronfsky, Geoffrey Rush ve David Rakoff gibi o zamanlar tanınmayanlar da dahil olmak üzere, tahminen 30.000 genç ve genç yürekli yazar ve sanatçı kitapçıda kaldı. Bu konuklara, George’un deyimiyle “şans rüzgarlarıyla sürüklenip giden” devedikenlerine atfen Tumbleweeds adı verildi. Topluluk ve komün duygusu onun için çok önemliydi; dükkanından “kitapçı kılığına girmiş sosyalist bir ütopya” olarak söz ediyordu.
Sanatın, modanın, gastronominin başkenti olan Paris’te yapılacak şeylerin sınırı yok. Şehrin tarihi güzelliklere sahip sokaklarından yürümek, dokusunu hissetmek başlı başlına bir deneyim sunuyor. Zamanın sanatçıların, filozoflarının, entelektüellerin ve aşıkların yaptığı gibi siz de sokakları adımlayarak keşfedebilirsiniz.